Hollanda İzlenimleri

Amsterdam

Amsterdam

Planlarımın dışına çıkarak size Hollanda gözlemlerim ile geldim. Avrupa’ya geçmeden önce 2-3 Asya ülkesini daha anlatmayı planlamış ve sırada Çin var demiştim. Ama yakın gelecekteki seyahat planıma bakınca böyle bir düzenleme yaptım.

Artık tehlikeli sulardayım. Okuyucularımın hakkında yazdığım ülkeyi görmüş olma ihtimali önceki diyarlara göre oldukça fazla. Bu nedenle çok fazla sallamadan, daha dikkatli yazmam lazım. 🙂

Klasik girişimi yapayım; son 5 yılda 5 kere ziyaret ettiğim, ziyaret eden birçok insan gibi sadece Amsterdam’da takılmayıp diğer şehirlerinde de yaşadığım, hatta küçücük bir köyünde haftalarımı geçirdiğim ve farklı yüzlerini gördüğüme inandığım Hollanda’dayız.

Amsterdam Kanalları

Amsterdam Kanalları

Ülkeyi benim gözlem kıstaslarıma göre Amsterdam ve Amsterdam dışı olarak ikiye ayırsam yeridir. Amsterdam belirli alanlarda Hollanda karakterini taşısa bile Avrupa’nın önde gelen turistik merkezlerinden birisi olması nedeni ile yemek, yaşam, adet, alışkanlık başlıklarında tüm turistik merkezlerle benzer özelliklere kavuşmuş. Küçük şehirlerdeki her bir yerlide ayrı ayrı gördüğüm birçok alışkanlığı Amsterdam’da görmek mümkün olmadı.

İnsanlar

Şöyle bir bakınca yaradanın erkeklere kadınlardan daha cömert davrandığını gördüğünüz bir ülke burası. Kadınlar bizim standartlarımıza göre fazlaca iri. Bir de yemek bölümünde göreceğiniz üzere her öğün bir somun ekmeği götüre götüre o iri bedeni biraz daha büyütmüşler. Özellikle iç kesimlerde her gördüğünüz kadın güzel yüzlü ama koca popolu oluyor. Oysa erkekleri öyle değil. Hem fitler, hem iyi giyiniyorlar, hem de bakımlılar.

Bu insanlar tarih boyunca ticaretle uğramışlar ve iyi pazarlık yapıyorlar. Dünyanın en büyük limanı unvanını Rotterdam’dan Singapur’a kaptıralı daha çok olmamış. Aslında haklarında hiçbir işi doğru düzgün yapamadıkları ama aradaki açığı konuşma kabiliyetleri ile kapattıkları konusunda görüşler var ki bazen ben de katılıyorum. Eğer Hollandalılar ile tartışmaya girmeniz gerekiyorsa bir kere daha düşünün. Ben birkaç kere kendi aleyhlerinde olacak durumlar için ikna çabasında bulundum, çok zorlandım. Sinirlenmeden,  sabırla ve sistematik olarak yaklaşmazsanız masadan kaybetmiş olarak kalkmanız çok muhtemeldir.

Görünüşte çok konuşkan insanlar ama konuların derinliği pek yok. Genel Avrupalılardan farklı olarak sohbetlerde ailesel konulara çok fazla giriyorlar. 5. dakikada hemen kişisel ve ailesel sorular geliyor. Uzun süredir sohbet ettiğiniz, artık yakınlaştığını düşündüğünüz bir insan bile kendisine ufacık dokunacak bir konu olduğunda anında size arkasını dönebiliyor. Çıkarcılık konusunda Amerikalıları bile geçmiş bu arkadaşlar. Özetle bir Hollandalıya dokunmadığınız sürece bol bol geyik muhabbeti yapabilirsiniz. Daha fazlasını beklemeyin. Sohbetleriniz sırasında gördüğünüz yakınlığa, aldığınız sözlere sakın aldanmayın.

Gittiğim onca ülke içinde çalıştığım insanlar arasında en büyük ve sert çatışmayı birkaç Hollandalı insanla yaşadım. Bu kadar gıcık ve ters bir iki insanın bulunduğu firmada kötü örneklerin tam zıttı olacak kadar iyi ve yardımsever birkaç insan da mevcut. Ortalamaya vurunca değişen bir şey yok yani.

Amsterdam’da dolaşırken şunu bilin; merkezinde sizin bulunduğunuz 100 metre çapında sanal bir daire var ve bu dairenin içinde sizden başka bir Türk olmak zorunda. Ona göre dikkatli konuşun. Ben yürürken, gezerken sürekli etraftaki Türkleri duymak durumunda kalıyorum. Nedense yurtdışına çıkan her bir Türk kendini balta girmemiş Amazon ormanlarında sanarak o bölgedeki tek Türk olduğuna kanaat getiriyor ve o kadar rahat konuşuyorlar ki hiç sormayın. Siz dikkatli konuşun. Hollanda’da her yerde çok sayıda Türkçe konuşan insan mevcut. Eurovision’da boşuna “Törki, tüvelf poyints” demiyorlar.

Tarih, Konum ve Komşular

Bu insanlar tarih boyunca suyla en iyi savaşan ırk olarak biliniyor. Avrupa’da barınacak yer bulamayınca o zamanlar sadece bataklık olan ve kimsenin yaşamadığı bugünkü Hollanda topraklarına gelmişler. Tabi o zaman pek toprak da yokmuş. Amcalar azimle çalışıp tüm ülkeyi drenaj kanallarıyla donatmışlar. Topraktaki fazla suyu bu kanallarla toplayıp denize pompalamışlar. Bu şekilde nesiller boyu süren çalışma ile deniz seviyesi altındaki bu kara parçası yavaş yavaş kurumuş. Yaşanacak, tarım yapılacak bir hale gelmiş.

Ülkenin suyla savaşı halen olanca hızı ile sürüyor. Ülkenin deniz seviyesinin altında olması durumu tam bir handikap. Denize bakan kıyılar setlerle güçlendirilmiş. Deniz seviyesinin küresel ısınma ile yükselmesi konuşuldukça bu arkadaşlar daha da bir karamsarlaşıyorlar. Çünkü suların yükselmesi ile denizin altında kalacak ilk ülke kendilerininki. Dev pompalar sürekli kanallarla toplanan suyu denize basıyor.

Amsterdam ChannelsBuna rağmen çalışmalar sadece bir yere kadar işe yarıyor. Güney komşuları olan Belçika konuya kendileri kadar ilgi göstermiyor olacak ki kurutma çalışmalarına ayrılan bütçeyi her yıl kısıyorlar. Hollandalıların en büyük korkusu da denizin Belçika tarafından karaya sızması. Çünkü bu durumda kendilerinin bugüne kadar yaptıkları her şey boşa gideceği gibi yapacakları hiçbir savunma da kalmıyor. Bu nedenle Belçika’ya ciddi baskı yapmışlar, olmamış, onlar adına bu çalışmaların büyük kısmını kendi bütçelerinden karşılamaya başlamışlar. Yine de bir gün ülkenin batacağını biliyorlar.

Deniz seviyesinin altında bir ülkede yaşamak bazı ilginç görüntülere de yol açıyor. Uçağınız Schipol havaalanına indiğinde önünüzdeki ekranda irtifayı -6 metre olarak görüyorsunuz. Arabalardaki navigasyon cihazları da aynı uçaklar gibi sizin köstebek misali yerin altından gittiğinizi düşünüyor olacaklar ki hep negatif irtifa gösteriyorlar. Bir gün Rotterdam-Breda otoyolunda giderken yolun 10 metre kadar üzerinden dik geçen köprüden bir yelkenli ve yük gemisinin gittiğini görünce afalladım. O ana kadar bir viyadük gibi görünen o üst geçidin aslında arabalar için değil de deniz seviyesinde yolculuk eden gemiler için olduğunu aşağıdan anlamanız mümkün değil.

Amsterdam GeceleriHer şeyin garip olduğu bu ülkenin adı da garip. Etrafınızdaki insanlara baktığınızda Netherland, Netherlands, Holland gibi bir karışıklık var. Ülkenin adı Netherlands. Holland bir bölgenin adı. Kuzey Holland ve Güney Holland gibi iki bölgenin tümüne Netherlands deniliyor. İki isme de baktığınızda anlamları “olmayan topraklar”, “delik/boş topraklar”. Yani ülkenin yerleşimden önceki durumunu oldukça iyi tarif ediyorlar. Başka bir karışıklıkta ülkenin başkenti hakkında. İtiraf edin hepiniz Hollanda’nın başkentinin Amsterdam olduğunu sanıyorsunuz. Ama değil. Öyle sananlara soruyorum Güney Afrika’nın başkenti neresi? Johannesburg mu? Eğer İsviçre’nin başkentine de Zürih diyenlerdenseniz bir daha Türkiye’nin başkentini İstanbul sananlara kızmayın. Bu soruların cevaplarını merak ediyorsanız yazıyı sonuna kadar okumalısınız.

Kendileri düzgün bir toprak parçasına sahip olmadıkları için olsa gerek bu küçücük ülke kendi boyuna bakmadan son 600 yılda sömürgeleşme yarışındaki dört lider ülkeden biri olmuş. Tamam, bu dörtlünün en küçüğü ama kolonileşme tarihine bakınca ben sadece 4 ülke sayabiliyorum. İngilizler, İspanyollar, Fransızlar ve Hollandalılar dışında bir beşinci ülke bilmediğime göre yapmaya çalıştıkları şeyi boylarına bakmadan başarmışlar.

An itibari ile dünyanın bir sürü farklı bölgesinde halen Hollanda etkin bir güç. Afrika’da ve Güney Karayipler’de bir çok ülkede Flemenkçe resmi dillerden biri.

Amsterdam ve BisikletlerYukarıda bu arkadaşların iyi pazarlık ettiğinden bahsetmiştim ya, tabi istisnalarda var. Amerika kıtasının keşfinden sonra bu dört sömürgeci ülke farklı bölgeleri paylaşmışlar. Fransızlar daha çok Kanada kısmını ve Orta Karayipleri almış. İspanyollar, Meksika ve güneyinde kalmışlar ve o dönem kendi eyaletleri olan Portekiz’i Güney Amerika’ya yollamışlar. Bugünkü Amerika Birleşik Devletlerinin bulunduğu bölgeyi de Britanya imparatorluğu yoğun şekilde ele geçirmiş. Hollandalılar da yine Karayipler, Güney Amerika’nın kuzey kıyıları ve ABD’nin Doğu sahilindeki bazı şehirleri almışlar. O dönem İngilizlerin ele geçirdikleri yerlere Britanya’daki şehirlerin adını verme adetlerini de sevmiş olacaklar ki Amerika’daki bir şehre New Amsterdam demişler. İçindeki mahalleleri de gerçek Amsterdam’daki mahallelere uygun şekilde Harlem, Queens, Bronx gibi adlandırmışlar.

Gel gelelim Hollandalıların ana karadaki inşaat işlerinde çalışacak amelelere ihtiyaçları olmuş. O dönem iş gücü ihtiyacı için İngilizlerle bir pazarlık yapmışlar. İngilizler demiş ki “Siz bize New Amsterdam’ı verin, biz de size içinde tonla kara yağız delikanlı bulunan Güney Amerika’nın Surinam bölgesini verelim”. Hollandalılar bu fikri beğenmişler. Takas sonrası eskiden İngiliz sömürgesi olan Surinam Hollanda’ya geçmiş, New Amsterdam da İngilizlere. İngilizler hemen adını Britanya’daki York şehrine ithaf edilerek New York yapmış. Ama mahallelerin adını değiştirmemişler. İşte bu nedenle bugün bile New York, Amsterdam’ın mahalle adlarına sahip bir yerdir.

Hollanda’da yaşayan bir sürü Afrika kökenli Hollandalının hemen hepsi Surinamlıdır ve ülke halen Surinam’a geçmişte yaptıklarından dolayı her yıl yüklü bir ödeme yapmaktadır.

Güney Afrika’da benzer şekilde ilk olarak Hollanda sömürgesi iken daha sonra İngilizler tarafından ele geçirilmiştir. Güney Afrika yazımda da bahsettiğim gibi şu anda Afrika’da kullanılan resmi dil Flemenkçenin en eski formunun hafif değişmiş bir halidir. Hollandalı arkadaşlarım dediklerine göre konuşmayı dinlediklerinde hiçbir şey anlamıyorken yazıyı görünce %90 çözebiliyorlarmış.

Olayı daha fazla tarih dersine sokmadan bu başlığı kapatıyorum.

Yaşam

Özellikle Amsterdam başta olmak üzere Hollanda genelde pahalı bir ülke. Büyük şehirlerin dışına çıkınca paranın alım gücü biraz daha artıyor. Amsterdam’da kanala bakan (ki kanala bakmayan ev görmedim gibi bir şey) bir evin birkaç milyon Eurodan başladığı söyleniyor.

Amsterdam Panoroması

Ev konusuna girmişken bu başlığı biraz açmamız lazım.  Amsterdam’da kısa bir yürüyüş yapınca etraftaki binaların gariplikleri gözünüze batıyor. Hemen hemen bütün evleri, uyuşturucu başlığında bahsedeceğimiz Coffee Shoplarda kafayı bulmuş insanlar yapmış gibi bir hal var. Evler yamuk, yana veya öne yatmış, pencereler eğri büğrü. Bu binalar zamanla mı çarpılmış diye düşünüyorsunuz ama bana söylenen bilerek böyle yapıldığı.

Amsterdam'ın eğik evleri

Amsterdam’ın eğik evleri

Binaların öne yatık olmasının bir sebebi var ama yana doğru eğriliği açıklayan mantıklı bir teori bulamadım. Öne yatık olmasının sebebi de şuymuş. Şehirdeki ev yapılabilecek toprak parçası az olduğu için çok değerliymiş, bu nedenle binaların taban alanlarını maksimum değerlendirmek istemişler. Bir yandan da yüksek tavan zevklerinden vazgeçmek istememişler. Bu nedenle merdiven için ayrılan alan giderek küçültülmüş, yüksek kat mesafesi nedeni ile de anormal derecede dikleşmiş. Öyle bir hale gelmiş ki artık bu dik ve dar merdivenlerden eşya taşıyamaz hale gelmişler. O nedenle zemin kat üstüne eşya çıkarmak için her evin çatısından bir kiriş uzatıp üzerine bir kanca asmışlar. Bu kancaya makarayı takıp üst katlara eşyaları camdan sokmaya başlamışlar. Büyük mobilyalarda kirişin uzunluğu yetmediği zaman taşınan eşya duvara sürtüyor diye de binayı biraz öne eğik yaparak bir 30 santim de oradan kar etmişler. Sonuçta hemen her bina biraz öne yatık. Ama ne kadar yatık olacağına müteahhidi karar vermiş olacak ki hepsi başka bir oranda yatmış. Ben 10 dereceye yakın yatıklık bile gördüm.

Amsterdam’daki binalar genelde çok eski. Bir ziyaretimde eski bir kanal evinden bozma otelin çatı katındaki odada kaldım. 5. kattaki odama çıkınca gördüm ki binanın taşıyıcıları ahşap. Belim kalınlığındaki devasa ağaçları birbirine yer yer dayayarak, yer yer çakarak adamlar 5 katlı bina yapmış. Aralarını da ince bir malzeme ile doldurmuşlar. Ahşap taşıyıcılar ile ayakta duran 5 katlı bir binanın 5. katında olmak insanı biraz tedirgin ediyor.

Çatıdaki kancalar

Çatıdaki kancalar

Amsterdam dışına çıkınca, özellikle köylerinde evler çok daha yeni, tuğladan ve eğri büğrü değil, ayık kafayla yapılmış gibi duruyor. Ama yine de tüm evler bir tarz sahibi. Kendine has mimari stili olan ülkeleri seviyorum ve Hollanda da bunlardan biri. Modern tasarımlı binaları da otantik olanlar kadar zevk sahibi. Eğer Rotterdam’a yolunuz düşerse dünyaca ünlü kübik evleri ziyaret etmelisiniz. Eğri ev olayını yenilikçi bir tarzda yorumlayıp bu evleri yapmışlar. Ve bu evlerde gerçek insanlar ikamet ediyor.

Tüm Avrupa’da olduğu gibi Hollandalılar da bize göre daha küçük evlerde yaşıyorlar. Amsterdam ortalaması 50-60 metrekare iken köylerde bu rakam ancak 90 metrekareye çıkıyor. Dikkatimi çeken ilk şey evlerin pencerelerinin anormal büyük olması oldu. Bu kadar kuzeydeki bir ülkede bu kadar büyük pencere olmasını sorguladığımı hatırlıyorum. Sağ olsun bizim Laz müteahhitlerimiz yaptıkları apartmanlara küçücük pencereler koymayı marifet sanıyorlar. Bu şekilde ısı kaybını azaltacaklarına inanan inşaatçılarımıza Hollanda’nın izolasyon konusunu 100 yıl önce nasıl hallettiğini göstermek lazım.  Evleri nasıl ısıtıyorsunuz diye sorduğumda gazla dediler. Büyük camın, az olan güneşten daha fazla yararlanmak için de kullanılıyor olması söz konusu.

Köy hayatı

Bir Hollanda köyü

Köylerinde yapacak yegane etkinliğin köyün sahip olduğu tek caddede yürümek olduğu bir yer düşünün. İşte ben de her gün bir kere o caddede yürüyüş yapıyordum. Şimdi öğrendiklerimizi üst üste koyalım; evler tek katlı, o tek katın caddeye bakan duvarının %75’i pencere. Bu bilgilerin üzerine şunu da ekleyin; insanların sadece %30’unda perde kullanma alışkanlığı var. Sonuç, sokakta yürürken her bir evin içini sinema gibi izleyebiliyorsunuz. Bu mahremiyet eksikliğini kapatmak için mi bilmiyorum ama herkes bir masa lambasını alıp cama dışarı bakar gibi dayamış ve öylece yakmış. Bir şekilde ışık gözünüze geliyor. Hele perde kullanan evlerin hemen hepsi cama bakan bir lamba kullanıyor. Genelde evlerinde tavanda bir avize yok. Masalardaki abajurlarla aydınlatılmış ve hafif loş ortamlarda yaşıyorlar.

İnsanlar pencerelerini süslemeyi çok seviyor. Perde varsa perdeye bir şeyler asıyorlar, perde yoksa mutlaka camın önüne dışarıya bakan biblolar, resimler koyuyorlar.

Kış bahçeleri şehir dışındaki müstakil evlerde çok yaygın. Şehirlerde apartmanda yaşayan insanlar bu zevkten mahrum kalmak istememiş olacaklar ki balkon yerine mini kış bahçeleri yapmışlar. Birçok yeni binada aşağıdaki resme benzeyen, ancak 2 kişinin sığabildiği kış bahçemsi oluşumlar gördüm.

Rotterdam'da kış apartmanda kış bahçeleri

Rotterdam’da kış apartman kış bahçeleri

Hollandalılar garip insanlar. Bir kere Noel Baba’nın çakmasını yapmışlar. Nasıl mı?
2007 Kasım’da tanıştım SinterKlass ile. Dedim herhalde Sinterklass, Santa Clause’un Flemenkçesi. Ama değilmiş. Bu Sinter arkadaş Santa gibi Aralık sonu değil Aralık başı geliyormuş. Tipine bakınca Santa’ya benziyor. Koca göbek, beyaz sakal, tonton dede modu bu arkadaşta da mevcut. Kıyafet yine kırmızı. Şapka biraz değişik. Papa’lık şapkasına benzer bir şapkayı kırmızı paltosuyla kombine etmiş. Sinter de Santa gibi çocuklara hediye veriyor. Ama artık bu yaşa geldik maymun gibi bacadan ben mi girecem dediği için yanında çalışan Black Pete denilen zenci ufaklıklara yaptırıyor bu işi. Kendisi patron modunda takılıyor.

SinterKlaas

SinterKlaas ve Black Pete

Ne yalan söyleyeyim Hollanda’ya gidene kadar bu Sinterklaas’ı hiç duymamıştım. Meğer Avrupa’da böyle bir şahsiyet varmış ve belirli bölgelerde bilinirmiş. Hikayeye göre bu İspanyol bir Piskoposmuş (bu papalık şapkasını da açıklıyor). Çocukları çok severmiş. Kasım ayında gemisiyle kuzeye gelir ve çocuklara hediyeler getirirmiş. Benim teorime göre de bu Black Pete’ler de köleleriymiş. Ama şimdilerde köle diyemedikleri için olsa gerek “Bu Pete arkadaşlar hediye vermek için bacadan girdiğinden yüzleri siyaha boyanmış” diyerek milleti yiyorlar. Hadi bu dedikleri doğru diyelim, neden sadece bu adamın yüzü isle siyahlaşmış, neden kıyafetleri pırıl pırıl diye sormazlar mı adama? Ben sordum cevap alamadım. Velhasıl bu bölgedeki çocuklar Noel Babayı değil Zoel Dayıyı seviyor. Fark bu kadar.

Amsterdam dışında hemen hiçbir yerde kredi kartı geçmiyor. Sadece debit kart kabul ediliyor ve o da sadece Hollanda bankalarına ait bir kart ise. Şimdi yeni yeni Türkiye’de Migroslarda uygulanmaya başlayan kredi kartını kendin kullan modasını 5 yıl önce ilk Hollanda’da görmüştüm. Daha sonra tüm Avrupa’da yaygınlaşan bu uygulamada kasiyer sizin kredi kartınıza dokunmuyor. POS makinesine kartı siz sokuyor, sonra dili, ödemek istediğini para birimini seçiyor sonra da PINi giriyorsunuz.

Bir Avrupa köy hayatı klasiği olarak hayat, Hollanda’da da mesai saatinin bitmesinden 45 dakika sonra duruyor. Öyle ki benim kaldığım köyde saat 18’den sonra ne caddede bir tek araba ne sokakta tek bir insan ne de açık bir tane dükkan bulabiliyorsunuz. 17’den itibaren dükkanını kapatan bisikletine atlayıp evine gidiyor. Durum öyle vahim ki, o gece otel odanızda bir şeyler atıştırmak veya içmek için açık bir bakkal bulma işini 18’e kadar yapmak zorundasınız. Hatta bunun için fabrikadan erken çıkıyorsunuz. Hafta sonu da tüm iş yerleri kapalı oluyor. Neden böyle diye sorduğumda “Çalışanların da özel hayatı var, gece evine gitmeli, hafta sonu dinlenmeli” cevabını aldım. Her kasabanın seçilmiş bir günü var ve o gün saat 21’e kadar tüm dükkanlar, mağazalar açık oluyor. Zaten o gece dışarı çıkınca bir şaşırıyorsunuz. Saat 18:30 ve bu insanlar neden dışarıda diyorsunuz. Sonuçta bu insanlar tüm sosyal aktivitelerini ve alışverişlerini o seçilmiş güne sıkıştırıyorlar. Bu adamlar fazlaca evcimen.

Rotterdam'ın kübik evleri

Rotterdam’ın kübik evleri

Hollandalılar Belçikalıları pek sevmiyor. Özellikle Güney Hollanda’da yaşayan insanların yarısı Belçika kökenli. Dilleri, okulları, yemekleri farklı ve genelde ayrı köylerde yaşıyorlar. Bir yerleşim birimine girince orası Dutch mı Belçik mi kolayca anlayabiliyorsunuz. Bu devirde çok komik geldi ama bu köyler birbirine kız da vermiyormuş. 🙂 Duyunca inanamadım ve tekrar tekrar sordum. Birbirleri ile pek evlenmiyormuş bu iki toplum.

Hollandalılar kendileri ile çok dalga geçen insanlar. İlerleyen her sohbette bir yerden sonra kendi aptallık hikayelerini anlatıp gülüyorlar. Bir sürü “Aptal Hollandalı” hikayesi biriktirmiş durumdayım. Eğer anlattıkları doğru ise bizim Temel fıkraları komik sınıfından çıkmalı.

Portakal

Futbola meraklı olanlar daha iyi bilir, bu adamların milli takım formaları portakal rengidir. Yine milli takımlarının takma ismi “Portakallar”dır. Uluslararası ortamlarda hep bu portakal rengini kullanırlar. İlk ziyaretimde etrafıma bakınca gördüm ki ülkede ne portakalla ilgili bir şey var ne de portakal yetişecek bir iklim. Bayraklarında bile portakal rengi yok. Klasik öğle yemeklerinde yerli insanları sorularımla bunaltma seanslarından birinde bu portakal konusunu açtım. Meğer olay şöyleymiş. Kraliyet ailesinin soyadı, kendi yerel dillerindeki Portakal kelimesini içeriyormuş. Bu nedenle kendilerine portakallar diyorlarmış. Ve kraliçenin rengi olarak anılıyormuş bu renk. Kraliçe günü diye bir kutlama günleri var ki herkes tek renk giyinip, sokağa fırlayıp, patlayana kadar bira içiyor.

Yemek

Yerlilere sorduğumda “Bizim bir milli mutfağımız yok” cevabını aldım. En yerel ve eski yemekleri çıka çıka patates püresi veya patatesle yapılan herhangi bir şey çıktı.

Ülke genelinde restoranlarda dünya mutfağının örneklerini bulabilirsiniz. Buna rağmen Surinam, Endonezya restoranlarının çokluğu dikkatinizi çekecektir. Bunların dışında çok sayıda Arjantin Steak Houselar var.

Ülkenin her yerinde Albert Heijn denilen kimi zaman bir süpermarket boyunda kimi zaman da bir büfeden hallice olan zincir bir marka var. Bu mekanlarda günlük yapılmış soğuk sandviçler, taze sıkılmış meyve suları bulabiliyorsunuz ki ben pek severek yedim.

Febo saçmalığı

Bu Hollandalıların yemek seçme/değerlendirme kriterleri bizden biraz farklı. Büyük şehirlerde yoğun olarak Febo denilen bir markanın yemek sistemi var. Ve gördüğüm kadarı ile bir sürü insan buradan bir şeyler yiyor. Febo, insanların yoğun bulunduğu istasyonlarda, sokaklarda bir duvar kiralıyor ve o duvara uzaktan mini fırın camı gibi görünen küçük kilitli gözleri olan dolap benzeri bir alet yerleştiriyor. Bu küçük gözlerde çeşit çeşit ve bana göre hiç hoş görünmeyen yiyecekler var. Kimi zaman içinde sosis olan milföyden bir börek, kimi zaman marulu kararmış soğuk bir sandviç, veya hiçbir şeye benzetemediğim garip yiyecekler var. Ama o garip şeyin öyle bir hali var ki 10 gündür orada olduğu hissine kapılıyorsunuz. İnsanlar para atıp kapağı açıp içindeki yiyeceği alıyor. Orası boş kalıyor. Bir ara biri gelip boşları dolduruyor herhalde ama ne zaman geliyor belli değil. Türkiye’de olsa bu sistem, bir Allah’ın kulu buradan bir lokma yemez. Ama Hollanda’da bir şekilde tutmuş bu kokuşuk şeyler.

Eğer Amsterdam’da tıkılı kalırsanız yemek konusunda görüp göreceğiniz her şey yukarıdaki 3 paragraftan daha fazla olamaz. Ama aslında çok daha fazlası var.

Benim yemek gözlemim ve deneyimim biraz farklı. Küçük yerlerde ve özellikle fabrikadaki durum oldukça garip. Bir kere bu adamlar anormal ekmek yiyorlar. Hatta yemek yemiyorlar, yerine sadece ekmek yiyorlar diyebiliriz.

Öğle yemeğinde gördüklerim şunlar. Bir kere koca fabrikada doğru düzgün yemek çıkmıyor. Çıkan tek kap yemeği de ben alıyordum zaten. Hollandalılar ise şöyle yapıyorlar; kafeteryada satılan şu bildiğimiz marketlerde torba içinde bulunan dilimlenmiş tost ekmeklerinden 10 dilim alıyorlar (aslında büyük bir kısmı bunu evinden getiriyor). Yine kafeteryada satılan 4-5 paket küçük kahvaltılık margarin ve 2 tane kağıt inceliğinde peynir dilimi satın alıyorlar. Masaya oturup 10 ekmek dilimine tek tek yağ sürüyorlar. Sonra iki yağlı dilimi üst üste koyuyor, bu iki dilimin üstüne incecik bir dilim peynir koyuyor ve üzerini iki dilim ekmekle daha örtüyorlar. Bu şekilde 4’er dilim ekmekten 2 tane iri sandviç yapıyorlar. Sonra kuru kuru o sandviçleri yiyorlar. Artan iki yağlı dilimle de üzerine cila yapıyorlar. Aradaki peynir o kadar ince ki yerken peynir tadı almaları bana imkansız göründü. Sonuç itibari ile bu adamlar deli gibi kuru ekmek yiyorlar. Üst üste 5 gün boyunca her öğlen karşımda 10 dilim ekmeği yiyen adama dayanamayıp “Bu kadar ekmek yemek sağlıklı mı?”, “Neden başka bir şey yemiyorsun?”, “Arasına neden daha güzel bir şeyler koymuyorsun?” sorularına ekmeğin çok yararlı bir şey olduğu ve margarinin de ekmeğin besleyici değerini arttırdığı cevabını aldım. Bu iki bilgi de bizim duyduklarımızın tam tersi. Biz aman margarin yeme, aman ekmeği azalt derken bu adamlar abartmışta abartmış. Her öğlen bunu yiyen adam benden fit olunca itiraz da edemedim. Ama Hindistan’dan sonra gördüğüm en kötü fabrika yemeği alışkanlığının burada olduğunu söyleyebilirim.

Bir ilginç nokta da yemekle veya yemeğin üstüne kefir içiyor olmaları. Çalışanların %70’inin kefir içiyor olması bir tesadüf olamaz. Aslında içtikleri şeye ekşi süt diyorlar, tam olarak kefir kültürü içermiyor olabilir ama tadı çok benziyor.

Amsterdam dışındaki tüm akşam yemeklerinde önce önünüze bir sepet ekmek ve farklı otlarla çırpılmış taze kaymaktan tereyağı geliyor. Bu ekmek seven adamların köylerde yaptıkları ekmekler gerçekten çok güzel.  Önce çıtırlığı dikkatimi çekti ama sonra fark ettim ki pişirdikten sonra soğutup tekrar fırında biraz kurutuyorlar ekmeği. Bu da zaten güzel olan ekmeği çıtır çıtır bir hale dönüştürüyor. O çıtır ekmeğe sürmem için getirdikleri farklı aromalara sahip kaymaktan tereyağına maalesef karşı koymam hiç mümkün olmadı.

İçecek olarak en çok tükettikleri içecek tabi ki bira. Heineken gibi dünyaca ünlü bir biraları olmasına rağmen buradaki en popüler marka değil. Aslında Heineken bir lale türünün adıymış. Altı sarı, yapraklarının uçları beyaz olan bu laleyi bir bira bardağındaki biraya, uçlardaki beyaz kısımları da biranın üzerindeki köpüğe benzetmişler. Buradaki barlarda da laleye benzeyen bir bardakta servis ediyorlar.

Amsterdam WC tuvalet

4 kişilik sokak pisuvarı

Bu kadar bira içince de çiş sorunu baş gösteriyor ki insanların sokaklara işemesini engellemek için daha önce görmediğimiz bir tasarımda sokak pisuvarları yapmışlar. Meydanın ortasında yukarıdaki gibi bir, bir, ıııı ne ya bu? adını bilmediğim garip şeylerden koymuşlar. Erkekler arkasını dönüp ulu orta bu aletin içine işiyorlar. Sevmedim.

Trafik

Hollanda demek, bisiklet demek. Gerçi Kuzey Avrupa’da bisikleti sadece bu adamlara indirgemek haksızlık olur. Danimarka’nın, İsveç’in Hollanda’dan aşağı kalır yanı yok.

Hollanda tabak gibi dümdüz bir ülke olduğundan olsa gerek çocuktan dedeye, öğretmenden başbakana herkes işe, okula, gezmeye bisikletle gidiyor. Şehirde arabadan çok bisiklet görüyorsunuz. Bu nedenle bisikletlere ayrı yollar ve trafik ışıkları ve kurallar koyulmuş. Bu kültüre uzak bizler ilk günlerde saf saf bisiklet yollarında yürüyoruz, ta ki asabi bisikletçiler sizi bir iki kez azarlayana kadar. Misal benim çok laf duymuşluğum ve bir bisikletli devirmişliğim vardır.

Bisiklet olayı özellikle Amsterdam’da öyle bir hale gelmiş ki park bisikletler için bile ciddi bir sorun olmaya başlamış. Bisikletle istediğiniz yere rahat rahat gidiyor olabilirsiniz ama gittiğiniz yerde bisikletinizi bağlayacak boş bir direk, boş bir ağaç veya uygun bir kanal tırabzanı bulmak, İstanbul’da park yeri bulmaktan farksız.  Eğer kafede oturup bisikleti gözünüzün önünden ayırmayacaksanız sorun yok ama eğer arkanızı dönerseniz, eve yürüyerek dönmeniz işten bile değil.

Bisiklet hırsızlığı o kadar yaygın ki Hollandalılar şöyle bir ifade kullanıyorlar. Eğer yoldan geçen 10 kadar bisikletliye doğru “Heeyyy! O benim bisikletim!” diye bağırırsanız en az 7 tanesi bisikleti orada bırakıp koşarak kaçmaya başlar diyorlar.
Neden bisikletle kaçmadıklarını sorup yeni bir Temel fıkrasına sebebiyet vermek istemedim.

Bu abiler ablalar bisikletle güzel güzel geziyorlar ama tek başlarına gezmek yetmemiş bisikletlerine çocuklarını hatta bebeklerini taşımak için ek aparatlar takmışlar. Eğer bebek 1 yaşından büyükse selenin arkasına koyulan bir bebek koltuğuna bağlayıveriyorlar ufaklığı. Minicik sabiyi bisikletin arkasına alan abla fırt fırt geziyor. Eğer ola ki o bisiklet devrilirse, o çocuğa ne olur düşünmek bile istemiyorum.

Eğer bebek dik duramayacak kadar küçükse bisikletin önüne veya arkasına üstü kapalı çekçek gibi bir şey takıyorlar. İçinde bebek yatıyor. 4-5 yaşına gelmiş çocuklar için de bu çekçeklerin üstü açık olanları kullanılıyor.

Bisiklet konusuna girmişken yine unutamadığım bir görüntü var. Kopenhag’da havanın 2 derece, hissedilenin de sıfırın altında olduğu bir gün, ben kardan adam gibi giyinmiş halde yürürken bile üşürken, insanların çiseleyen yağmur altında, arkalarında sırılsıklam olmuş küçücük çocuklarla o rüzgarı yiyerek nasıl gittiklerini hiç unutmam.

Hollanda’da bir hafta kadar araba kullanmışlığım da var. Araba konusunda en çok dikkatimi çeken konu kavşaklar oldu. Özellikle Amsterdam merkez dışında ve küçük yerleşimlerde her kavşağa gerekli gereksiz bir ada konulmuş. Ama adalar bizdeki gibi değil. Özellikle gereğinden fazla büyük yapılmış ve iç halkaya yarı kapalı bir şerit koyulmuş. Bu adanın yarıçapını da arttırmış. Şimdi olay şu; kavşakta yön değiştirmeyip dümdüz gitmeye niyetiniz bile olsa 180 derecelik bir dönüş yapmak zorunda bırakılıyorsunuz. Sadece sola dönecekseniz normalde 90 derecelik tek bir dönüş yetecekken 270 derece dönmeniz gerekiyor. Bunu biraz da araçların hızını düşürmek için yapmışlar ve benim gibi hızınızı düşürmeyenlerin hiçbir yere sapmadan ilerlemesi gereken yolda bile sürekli savrulma hissi yaşamasını sağlamışlar.

Hele hele güneydeki bir köyün yanından geçerken dümdüz giden bir yolda hiç anlamsız yere yapılmış bir zigzag görünce adamların hız düşürme konusundaki takıntısını anlıyorsunuz.

Amsterdam kanallar şehri olarak bilinir ya, aslında bu Amsterdam’a özgü değil Hollanda’ya özgü bir olgu. Ülkenin iç kesimleri dahil her yer kanallarla kaplı. Bu da ister istemez belirli miktarda su taşımacılığını doğurmuş. Uzak olmayan bölgelere yük taşımacılığı kanallarla yapılıyor.

Yine bir gün göz alabildiğine uzanan yemyeşil tarlaların arasında araba kullanırken (ki bu olay denizden en az 150 km içeride gerçekleşiyor) uzaklarda, tarlaların arasında bir yelkenlinin gittiğini gördüm. Tabi en ufak bir su parçası bile görünmüyorken yemyeşil otların arasında bir yelken görmek ilginç oluyor.

Büyük şehirlerde güzel bir tramvay ve otobüs sistemi var. Toplu taşıma rahat kullanılıyor. Bileti otobüs veya tramvayda alabiliyorsunuz ki bu bilet almadan da binme şansınız var demek. Bir iki bindikten sonra baktım hiç kontrol yok. Bazen çok yürümekten bitap düşünce 2 durak için binmeye başladım. Eee 1.5 dakikalık yolculuk için 2.5 Euro da fazla pahalı geldi, ben de ara ara kaçak binmeye başladım. Kaç kere böyle kaçak yolculuk yaptım bilmiyorum ama 80 Euro ceza ödeyen insanlar olduğunu duyduktan sonra paşa paşa biletimi almaya başladım.

2. ziyaretimdi sanırım, ülkenin en güneyine gideceğim ve trenle gitmeye karar verdim. Havaalanındaki bilet otomatına geldim,  ineceğim istasyonu yazdım, 1. sınıf mı 2. sınıf mı  olsun diye sordu. 2. dedim. Tek yön mü gidiş dönüş mü dedi. Tek yön dedim. Yetişkin mi çocuk mu dedi. Yetişkin dedim. Buraya kadar normal. Derken indirimli mi olsun dedi. Baktım normali ne kadar ise indirimlisi 5 Euro daha ucuz. “Eee ne aptal bir soru bu, doğal olarak indirimli olsun” dedim. Aldım biletimi atladım trenime. O günde kondüktörün kontrol edeceği tuttu ve meğerse indirimli bilet özel bir indirim kartı olanlar içinmiş. Biletime baktı ve bu biletle seyahat edemezsin sana ceza kesecem dedi.

Bisikletinizi bırakacak yer bulmak o kadar da kolay değil

Kuralcı Avrupaları böyle konularda ikna edebilmek ne kadar zordur bilemezsiniz. Benim konuya felsefi açıdan yaklaşıp tüketici davranışları kuramına atıf yaparak herkesin promosyon kelimesinin cazibesine nasıl kapıldığını anlatmam, benim de içgüdülerimle hareket ettiğimi vahşi hayvan benzetmesi ile açıklamam işe yaradı. Adamı sonunda güldürüp cezadan yırttım. Siz şansınızı zorlamayın, ucuz biletleri almayın.

Taksiyi sadece kısa mesafeler için düşünmelisiniz. Amsterdam’da kaç kere taksiye bindiysem şoför Türk çıktı. Sakın ola Türk’tür, kardeştir diye düşünmeyin, hemşeri memşeri derken anında kazığı atıveriyorlar. Ben yedim oradan biliyorum. Bir kere de gideceğim yerin yakınına kadar trenle gittim. Yağmur, geç saat derken bir tren daha değiştirmek zor geldi ve bir taksiye bindim. Yol boyunca karşımda artan sayıları dehşetle izledim. 20 dakika sonunda İstanbul-Amsterdam uçağı kadar bir parayı taksiye bırakıp indim. Siz siz olun trene binin. Olmadı araba kiralayın.

Serbestlik

Hollanda birçok sebeple özgürlükler ülkesi olarak bilinir. Eşcinsel evlilikleri, belirli uyuşturucu türlerinin serbest olması, uluorta seks satışı gibi durumlar daha Hollanda’ya gitmeden bile hemen her kaynaktan öğrendiğiniz ilk bilgiler oluyor. Şimdi bu 3 başlıkta yaşadıklarıma bakalım.

                Red Light

Red Light District veya kısaca Red Light, Amsterdam’a giden herkesin en az bir kere görmesi gereken bir bölge. Hani bilmeyenler için bu bölge yukarıdaki serbestliklerden Seks Satışı Serbestliğine tekabül ediyor.

Efendim olay şu. Çeşitli ırklardan gelen hanım kızlarımız sokağa bakan, zemin kattaki küçücük pencereli, dükkan benzeri odacıkları kiralıyorlar. Üzerindekileri bir güzel çıkarıp, vitrinde arzı endam ederek müşteri bekliyorlar. Olur da müşteri bulurlarsa odacığın arka tarafına geçiyorlar ve vitrini perde ile örtüyorlar.

Ama Red Light olayı yukarıdaki paragraftaki kadar basit ve önemsiz bir fuhuş olayı değil.

İlk açıklanması gereken söz konusu mesleği icra eden yukarıda “hanım kızlarımız” dediğim kişiler. Tamam, hanım kızlarımız ifadesi buradaki meslek erbaplarını tam tasvir etmiyor. Hepiniz doğal olarak kolay satış yapabilmesi için çok güzel, genç kızlar bekliyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz. Burada çalışan insanları tanımlamak için kızlarımız, ablalarımız, teyzelerimiz ve hatta ninelerimiz demek gerekir. Mahalledeki arz, bir organizasyon dahilinde mi planlanıyor bilmiyorum ama tam da pazarlama derslerinde gördüğümüz çeşitlendirme konusunun canlı halini burada görebiliyorsunuz. Demiş olmalılar ki, dünya üzerinde çeşit çeşit insan var ve madem zevkler ve renkler tartışılmaz, biz de her zevk için olabilecek her tür kadını ürün gamımıza eklemeliyiz, çeşitlilik sağlamalıyız. Bunun sonucunda nasıl yapmışlar bilmiyorum ama ciddi ciddi her tipte insanı bulmuşlar.

Irk olarak geniş bir coğrafyadan insan var. Avruplalılar, Afrikalılar, Asyalılar, Hintliler hatta Güney Amerikalılar. Yaş konusunda yine çok adil davranmışlar. 18’den başlayarak 80’e kadar hemen her yaşta insanı görebilirsiniz. 80 derken abartıyorum sanmayın. Ananelerimiz yaşında, hatta daha yaşlı teyzeleri üzerlerinde jartiyer ve iç çamaşırı ile camda görmeden bu “serbest seks satışı” hakkındaki düşünce ve hislerinizin nasıl değişeceğini bilmeniz imkansız. Çeşitlilik ırk ve yaş ile bitmemiş, kilo konusuna da gerekli özeni göstermişler. Çalışmayı son yıllardaki sıfır beden kadın çekici değildir, kadın dediğin biraz etli olur ölçeğindeki bir kilo çeşitlendirmesi gibi algılamayın. Sıfır bedenden başlayıp 180 kilolara çıkan bir spektrumda dağılan ablalarımızı görmek mümkün. Ben şişman bir insanı bile tek oturuşta yiyecek kadar büyük kadınları camda gel gel yaparken gördüm. Son çeşitlilikte cinsiyet ama diğer başlıklar kadar yaygın değil. Birkaç kere transseksüel tipli kişileri de camda gördüm. Ama %95 biyolojik olarak da kadın olan kişilerin çalıştığını söyleyebilirim.

Şimdi 4 farklı parametreden bahsettik. Bu 4 değişkenle ne kadar değişik kombinasyon olabilir düşünün. Eğer kasıp; Afrikalı olup, 100 kilo üzeri ve 30 yaşında birini bulmayı amaçlarsanız bulabilirsiniz. Ya da Kuzey Avrupalı olsun, 50 kilo olsun ama yaşı da kilosundan az olmasın derseniz o nu da bulabilirsiniz. Sonuçta aradığınız her türlü varyasyonu bulabilmeniz amaçlanmış.

Bu anlattıklarıma bakarak sanmayın ki burası şehrin dışında, pis bir mahalle ve buralarda dolaşan tipler buraya sadece malum amaçlarla gelmişler. Bölge tam da Amsterdam’ın göbeğinde ve hiç de pis bir mahalle değil. Dahası etrafta gezenlerin %99’u bu bölgeye seks bulmak için değil turistik amaçla gelmiş. Zaten bakınca hemen anlıyorsunuz, dolaşanların neredeyse yarısı kadın ve büyük ölçüde eşleri ile gezen çiftler. Yine turist grupları toplu olarak dolaşıyor. Yani yukarıda anlattığım vitrinlerin önünden yaş ortalaması 65 olan 50 kişilik Japon turist grubunu geçerken görünce anlıyorsunuz ki burası artık şehrin en önemli turistik merkezlerinden biri. Amsterdam’a giden herkes buradan bir kere geçiyor. Tüm turların rotalarında burası var. Tüm turizm kitaplarında görülmeden gidilmezler arasında bu bölge. Otelimdeki odamda bulduğum Amsterdam rehberinden okuduğum kadarı ile bu camekânlar orada gördüğümüz kızlar tarafından günlüğü ortalama 100 Euro’ya kiralanıyormuş. Yani bir işletme, patronluk durumu yokmuş. İsteyen istediği gün gidip serbest girişimcilik örneği ile camekânını kiralayıp bir gün boyunca çalışıp gidebiliyormuş. Bir şirketleşme olmadan da nasıl bu kadar çeşitlilik sağlanıyor, ben çözemedim. Tarifeleri okuyunca da anlıyorsunuz ki aslında burası bir restoran değil fast food dükkanı. İki tarife varmış. Bu yazıda tarifelerin detayına girmeden kısa ve uzun diyerek geçelim. Uzunu 45 dakika civarında bir hizmete tekabül ediyormuş. Bu demektir ki vitrini kiralayan bir çalışan günde 10’dan fazla müşteri bulmak zorunda.

Amsterdam Red Light

Fotoğrafın Red Light ile bir ilgisi yok 🙂

Bölgenin Amsterdam’ın en güvenli alanlarından biri olduğu söyleniyor. Tüm sokaklar kameralar ve ortalıkta görünmeyen güvenlik görevlileri tarafından sürekli izleniyormuş. Bu nedenle en ufak bir olay bile olmazmış. Yine bu bölgede yapacağınız en aptalca şey fotoğraf çekmek herhalde. Okuduklarıma kulak verip bu bölgede kameramı çantasından bile çıkarmadım. İnternette bir sürü insan makineyi çıkardığı an birinin başına gelip gözünün yaşına bakmadan içindeki alakalı alakasız tüm fotoları sildirdiğini anlatıyor. Tartışıp karşı koyan bir iki kişi ise makinesini kaybetmiş. Siz de fotoğraf konusunda yapılan uyarıları ciddiye alın. Zaten adım başı üzeri çizilmiş fotoğraf makinesi tabelaları var.

Bölgenin tarihine baktığımızda eskiden de bu mesleği icra insanlar bu kadar ortada bulunamıyorken bir işaret olarak kapılarına bir kırmızı ışık asarmış. Müşteri bekledikleri zaman bu ışık yakılırmış. Böylece kapısında kırmızı ışık olan bir kapı gördüğünüzde içeride ne bulabileceğinizi bilirmişsiniz. Bu bölgenin adının Red Light District (Kırmızı Işık Bölgesi) olmasının nedeni buymuş.

Bölge ile ilgili merakımı çeken ve henüz sırrını öğrenemediğim bir de konu var. İçinizde cevabını bilen varsa bana yazsın. Söz nereden biliyorsun diye sormayacam. 🙂
Şimdi Amsterdam kışın soğuk olan bir memleket. Buz gibi bir hava düşünün. Sonra ince bir cam düşünün. O ince camın arkasında da yarı çıplak bir kız düşünün. Kızın üşüyor gibi görünmemesinden de içerisinin sıcak olduğu kabullenmesini yapıyorum.

Şimdi soru şu; cam neden buğulu değil?
Kızın elinde bir bez, sürekli camı siliyor gibi bir durumu da yok. Bir şekilde bu camlar buğulanmıyor. Artık bunun için spreyler falan var ama eskiden nasıl yapıyorlarmış merak ediyorum.

                Coffee shoplar

İkinci serbest konu ise sentetik olanlar hariç birçok uyuşturucunun bu ülkede yasal olması. Kısaca bitkiden, ottan, mantardan elde edilen her şey serbest. Bunları kendiniz yetiştirebilir ve kullanabilirsiniz. Ya da Coffee Shop denilen mekanlara gidip orada tüketebilirsiniz. Bildiğim kadarı ile ticareti yasak. Coffee Shop’lar nereden alıyorlar bilmiyorum. Ama birey olarak bir coffee shoptan satın alıp evinize götüremiyorsunuz. Orada içebildiğin kadar içebiliyorsun.

En yaygın kullanılan uyuşturucu ise marihuana. Diğer popüler olanlar ise magic mushroom denilen bir mantar türevi ve space cake denilen içinde marihuana bulunan kek.  Mantarı ne yapıyorlar bilmiyorum. Mantarlı omlet olmadığını sanıyorum. Marihuanadan kek yapan zihniyet mantardan ne yapar tahmin edemiyorum.

Açıkçası bu keki denemeyi birkaç ziyaret öncesi düşündüm. Yiyenler güzel bir şey gibi anlattılar. Ama Hollanda’ya varınca nedense bu fikir hiç çekici gelmedi.

Nedense bu coffee shoplar genelde Jamaika temalı. Jamaika bayrakları veya bayrağının rengi ile döşenmiş ortamlar, Jamaika’nın yerel bereleri, rasta saçlı yerli tiplerle yapılmış dekorasyonlar bir tesadüf olamaz. Yine bu coffee shopların sadece Amsterdam’da ve sadece şehrin bir bölgesinde olduğunu sanmayın. Şehrin coffee shop yoğun bir mahallesi var ama en alakasız yerde dahi karşınıza çıkabiliyor. Keza Rotterdam’da veya Breda’da da coffee shoplar mevcut.

Hollanda’ya gide gele marihuananın kokusunu öyle bir öğrenmişim ki hiç alakasız zamanlarda hiç alakasız yerlerde bir şekilde bu kokuyu duyarsam narkotik köpeği gibi alarma geçiyorum. Dünyanın farklı yerlerinde hiç beklenmedik zamanlarda “Aha biri marihuana içiyorrr!!!” demişliğim vardır.

Bu uyuşturucu konusu Türkiye’de öyle bir anlatılıyor ki sanki tüm Hollandalılar keş, sokaklar sarhoş, ayyaş dolu gibi bir izlenim oluşmuş. Açıkçası ne sokakta kafayı bulmuş birini gördüm ne de coffee shoplarda bir Hollandalı. Bu coffee shop işi turistik bir olay gibi geliyor. Gelen ergen ve genç turistler takılıyor buralarda.

Eşcinseller

Eşcinseller içinde konunun abartıldığını söyleyecektim, eğer 4. ziyaretimde gördüklerim olmasaydı. Söz konusu ziyaretimde neden bilmiyorum nereye gitsem etrafımda asabi gayler vardı. Asabi tanımlaması bana ait çünkü ilk kez genel algımdan farklı eşcinsel karakterler gördüm. Genel algım nedir derseniz, hani gay dediğin arkadaş kibar olur, feminen olur, bakımlı olur, renkli olur falan filan. Oysa bu asabi arkadaşların hepsi dazlak, en ince kollusunun pazusu benim iki kolumun toplamından kalın,

Erasmus köprüsü, Rotterdam

Rotterdam Erasmus köprüsü

kollar dövmeli, deri kıyafetli, birçoğu sakallı bıyıklı ve suratta çok sinirli bir ifadeye sahip arkadaşlardı. Özellikle Dam Meydanı’nın doğu tarafındaki her sokakta bu asabi arkadaşlardan öbek öbek görebiliyordunuz. İlginç bir detayda bu öbeklerdeki her bir insan evladı cetvelle ölçülmüş gibi aynı boydaydı. Bir köşede 1.72 boyunda 4 kişi, diğer köşede 1.90’lık 6 kişi, yolun aşağısında 1.61’lik 5 kişiyi yan yana görünce bu boy olayı tesadüf olamaz diyor insan. Bu gruplar kendileri gibi birini görünce “Hah, boyun da tuttu, gel bakalım” diyor olmalılar. Ya da Kamil Sönmez’in “İkimiz de bir boydayız, biz delikanlıyız, Aman bre Deryalar” dizelerindeki türkü ile hareket ediyor olmalılar. Ancak delikanlılık kısmını tam anlamamışlar gibi geldi bana. O ziyaretimde artık bir asabi gay konvansiyonu mu vardı ya da geleneksel pilav günleri miydi bilmiyorum ama tüm sokaklar bu arkadaşlarla doluydu.

Kulağında kulaklık, elinde fotoğraf makinesi ile gezen gariban bana sert sert baktıklarında biraz rahatsız oldum bu asabilerden. İçlerinden en güçsüz görüneni benim gibi 3 kişiyi tek başına haklar gibi durunca da tıs tıs yoluma devam ettim. Diğer hiçbir seyahatimde de bu profilde bir insan dikkatimi çekmedi.

Bu gördüklerim dışında konuyla ilgili abartılı bir şey görmedim. Çoğu zaman İstiklal Caddesin’de buralardakilerden daha renkli insanları görme ihtimaliniz çok daha yüksek.

Laleler ve klişeler

Hollanda denilince ikonlaşmış nesneleri sıralarsak lale ilk sırada gelir herhalde. Laleden sonra yel değirmeni, peynir ve tahta ayakkabı gibi basmakalıp detaylar hatırlanıyor.

Laleler Amsterdam’da çiçek pazarında ve hediyelik eşya dükkanlarında soğan olarak bulunuyor. Eğer lale görmek isterseniz Lisse’ye gitmelisiniz. Hani Mayıs ayında Amsterdam’a ve İstanbul’a gelen bir iki turiste sorsanız hangi ülke laleleri ile meşhurdur diye, cevapları direkt Türkiye olur. Zaten herkesin bildiği gibi Hollanda’ya lale Türkiye’den gitmiştir. Öyle yer gök lale olan bir şehir bulmayı bekleyerek gitmeyin Amsterdam’a.

Birkaç yapyapmalar yazmadan olmaz.

Yap lar:

  • Kanalları gez. En saçma tavsiye bu olmalı.
  • Mümkünse şehrin batısına doğru gidin ve daha az turistik bölgelere girin.
  • Tekneyle kanal turu yapın.
  • Red Light’a mutlaka gidin.
  • Amsterdam çok güzel müzelere sahip bir şehir. Müzelere zaman ayırın ama hepsine değil.
  • Coffee Shop kararını size bıraktım. Ben henüz gidemedim ama bir gün gidebilirim.
  • Küçük yerel dükkanlara girin, bakın, çıkın. Çok şık, sevimli ve sadece bir konuya özel bir sürü dükkan var. Ama çok pahalılar.
  • Surinam, Endonezya, Etiyopya yemekleri yiyin. Steak house’lara gitmeyin.
  • Amsterdam’da takılı kalmayın. Rotterdam’a gidin,  deniz kıyısına gidin, çıkın dışarı.

Yapma veya sen bilirsin işte ler:

  • Ticari amaçlı müzeler saçma. Bence gidilmez. Yok işkence müzesi, seks müzesi, tırt müzesi. Bunlar tam turist tuzağı müzeler. Bir de Madame Tussaud balmumu heykel müzesi,  her gelen gidiyor gibi duruyor ama bana son derece gereksiz görünüyor. Paranız ve zamanınız çok çok bolsa ve “Obama ile yan yana fotoğrafımı Facebook’a koyarsam arkadaşlarım kesin çok beğenir” diyorsanız mutlaka girin. Bakın facebookuma benim öyle bir fotoğrafım yok. Demek ki gitmemişim.
  • Turistik merkezde ve Dam meydanı civarında yemek yemekten çekinin.
  • Anlatacak heyecanlı bir anım olsun demiyorsanız Red Light’ta fotoğraf çekmeyin.
  • Tramvaya, otobüse biletsiz binmeyin. Tren bileti alırken indirimli bilet almayın. O indirim sizin için değil, emin olun.
  • Anne Frank’ı okumadıysanız müzesine de gitmeyin. Sizin için sadece bir bina olacaktır.
  • Bisiklet yollarında yürümeyin.
  • Rijks müzesinin önündeki Iamsterdam yazısında fotoğraf çektirmeyin.
I amsterdam

İşte burada fotoğraf çektirip Facebook’ta paylaşmayın

Soruların cevapları: Hollanda’nın başkenti Den Haag veya Türkiye’de söylendiği şekli ile Lahey. Güney Afrika’nın başkenti Pretoria. İsviçre’nin de Bern. Bern ve Pretoria biraz daha biliniyor ama nedense herkes Amsterdam’ı başkent sanıyor. Siz hariç.

Farklı Hollanda seyahatlerimden fotoğraflar
https://plus.google.com/photos/105352833686318819568/albums/5664172308062129777

https://plus.google.com/photos/105352833686318819568/albums/5528948093298521121

https://plus.google.com/photos/105352833686318819568/albums/5528946060901247121

https://plus.google.com/photos/105352833686318819568/albums/5341743657566184929

https://plus.google.com/photos/105352833686318819568/albums/5341738548864459889

https://plus.google.com/photos/105352833686318819568/albums/5331325344409521313

  1. #1 by Orhan Obut on 03 Haziran 2012 - 18:00

    Çin beklerken Hollanda geldi 🙂 Tableti aldım, içeceğimi aldım, baktım balkonda da güzel bir gölge var, çıktım güzel güzel zevkle okudum. Uuçaklarda ya da otobüslerde verilen dergilerdeki gezi notlarından daha güzel, daha içten ve samimi olmuş, elinize sağlık, (Not, bana da Hollanda’nın başkenti neresi deseler, düşünmeden amsterdam derdim ).

    • #2 by Kamil on 03 Haziran 2012 - 18:14

      Bir gün kim milyoner olmak istere katılırsan ve bu soru 250000 TLlik soru olarak gelirse beni hatırla. 🙂

  2. #3 by Şevket Işık on 03 Haziran 2012 - 19:46

    Bisiklet yollarına dikkat etmek önemli.Bu yollarda bisiklet çarparsa , hem yaralı -çok hızlılar- hem de çulsuz olursunuz.Bisiklet yolunda çarpılan yaya ,
    büyük ceza alıyor.

    Ellerine sağlık.

    • #4 by Kamil on 03 Haziran 2012 - 19:53

      Ceza almadım ama bir kaç kere bayağı ters şekilde bağırdılar bana da. Devirdiğim bisikletli de orada bisiklet kiralamış gariban bir turistti ve o benden özür diledi kaç kere. Bende cool davranıp ablanın özrünü kabul ettim. 🙂
      Teşekkürler yorum için.

  3. #5 by ayse on 03 Haziran 2012 - 20:28

    merhaba Çağdaş Çelebi Kamil, (:
    bu yazından anladığım kadarıyla gezi yazılarının ilki değil. yazıyı doğal bir dille kaleme almışsın ve faydalı bilgiler içeriyor. okunası bir yazı olmuş. severek ve zevkle okudum. tesekkür ederim bizimle paylaştığın için.
    Hollanda, benim ilk yurtdışı hayalimi süsleyen şehirdir. yazıyı okurken keşke sanatsal açıdan da bir değerlendirme olsaydı dedim.
    bir de bölümümün vermiş olduğu bir ayrıntı var ki o da bazı yazım hataları…
    devamını bekliyorum (:

    • #6 by Kamil on 03 Haziran 2012 - 20:46

      Evet ilki değil, sonuncusu 🙂 Devamı da aynı sayfada.
      Bu “son taslaktan” yayınından sonra 2-3 kere baştan okuyup ortalama 50 kadar hatayı düzeltiyorum. Gerçi ilk yazılarda bu sayı daha fazlaydı.

  4. #7 by hs on 03 Haziran 2012 - 20:41

    çok güzel bir yazı olmuş. bir solukta okudum. tebrikler…

  5. #8 by HasanKubilay on 07 Haziran 2012 - 11:11

    Kamilciğim, harika yazıyorsun; bu ilk okuduğum, diğerlerini de en kısa zamanda okuyacağım. ‘Küçük boyuna bakmadan’ sömürgecilik yapanların arasında Portekizi de unutma.

  6. #9 by endandikblog on 18 Haziran 2012 - 02:24

    Uyuşuturuculardan bahsederken “mantar” dediğinizi kanalD ‘de yayınlanan kanıt programında duymuştum. Sihirli mantar diyorlar, Yanlış hatırlamıyorsam hollandaya iki türk 2 senede 18ton bu mantarlardan satmış. Filmdeki konuda birinin gitarına sürüyorlar, gitarı çalarken etkisi bulaşıyor, halisilasyonlar, hayaller olmayan şeyleri olmuş gibi görüyor, leyla gibi geziyor sonrada kendini balkondan atıyor. Heralde bahsettiğiniz bu mantarlar.

    • #10 by Kamil on 18 Haziran 2012 - 08:47

      Evet aynen odur. Sihirli Mantar. Halusinatif etkisi var deniyor. Gitardan bulaşır mı bilmem ama 🙂

  7. #11 by Melike Şafak on 24 Haziran 2012 - 17:09

    her zamanki gibi süper olmuş Kamil abi… ben taşınma, yeni iş vs derken ancak okuyabildim ama sanırım hala favorim Pakistan :))))

    • #12 by Kamil on 24 Haziran 2012 - 18:07

      Pakistan efsane oldu. Sanırım onun sebebi belli. Pakistan tüm yazılarım içinde bir oturuşta yazdığım tek ülke. Diğerleri ara ara, parça parça, biri keyifliyken, biri sıkkınken oluyor. Sanırım en iyisi emekli olup sadece yazmak.

  8. #13 by Can on 25 Nisan 2014 - 14:26

    Eline sağlık kardeşim güzel blog yapmışsın. Bu arada Hollanda’nın resmi başkenti Amsterdam

  9. #14 by sinyor murat (@tonihtisthenigh) on 07 Temmuz 2014 - 22:27

    hocam yazı güzel, epey farklı bir tarzın var, güzel tespitler yapmışsın tebrik ederim. eklemek istediğim bir nokta var sadece, aman bre deryalar türküsü var ya hani ikimiz de bir boydayız diyen, bildiğim kadarıyla onu kamil sönmez söylemiyor, adaşın diye kıyak geçmişsin, arif şentürk iyi söyler o türküyü, hatırlatmak istedim sadece. siteyi yeni gördüm, sanırım sadece yabancı ülkeleri yazıyorsun, yurt içi geziler de yazılsa fena olmamaz hani.

    • #15 by Kamil on 08 Temmuz 2014 - 09:59

      Merhaba,
      Kamil Sönmez adaşımdır ve aslında hayatım boyunca bana hep sorun çıkartmış biridir. Soyadlarımız da benziyor diye binlerce kez bana Kamil Sönmez denilmiştir. O nedenle hafif gıcık olma durumum da vardır. Ama türkü konusunu yanlış biliyormuşum, sayenizde öğrendim. 🙂

      Türkiye’nin de çok çok büyük bir kısmını gezme şansına kavuştum ancak yaşım daha gençti. Ve hiç yalnız gezmedim. Yalnız olmayınca da etrafınıza olan ilginiz çok yoğun olmuyor herhalde ki çok şey takılmadı gözüme. Ya da zaten ben onlardan biriyim, insan kendi alışkanlıklarını garipsemiyor olabilir.
      Teşekkürler yorum için 🙂
      Selamlar

  10. #16 by enver on 11 Temmuz 2014 - 05:13

    Sint anthonis ile ilgili bilginiz varsa paylasirmisiniz?

  11. #18 by ayşe on 25 Temmuz 2014 - 12:39

    vallahi okudukça gitmiş kadar oluyorum hollandayı akşam okumaya başlamıştım az önce bitirdim çokta keyifli okudum yıllar önce cam buhar yapmasın diye bulaşık detarjanıyla iz yapmadan sildiğimi ve buhar oluşmadığını hatırlıyorum aynı yöntemi araba çamındada uygulamıştım

    • #19 by Kamil on 25 Temmuz 2014 - 12:45

      Red Light District’teki hanım kızlarımız da aynı tekniği uyguluyor olabilirler o halde. 🙂

      Sırada hangi ülke var?

  12. #20 by qıedhnrhn on 25 Temmuz 2014 - 23:34

    amsterdamla ilgili okuduklarımın en iyisiydi ellerine sağlık aradıgım sey suydu bir hollanda erkeğinin bir türk kızına bakış açısı çünkü sanırım yaz aşkıma aşık oldum 😀

    • #21 by Kamil on 25 Temmuz 2014 - 23:36

      Bir insanın başka bir insana bakış açısını bir toplumla genelleştirmek mümkün değil bence.
      Siz nasıl hissediyorsanız öyle bakıyordur bence.
      😉

  13. #22 by metin on 27 Eylül 2014 - 12:55

    selamun aleyküm abi hollanda ile ilgili biraz araştırma yaptım ama yetersz oldugunu düşündüm ondan dolayı sana sormak istedim cevaplarsan sevinirim abi öncelikle hollandaya mesleki olarak vasıfsız yeni gitmiş biri ne iş yapabilir

    • #23 by Kamil on 30 Eylül 2014 - 12:58

      Merhaba,

      Yasal bir çalışma izni olmayacağını düşünerek söylüyorum; kaçak işçi olarak seçenekler çok fazla olmamalı. Türk restoranları var çok sayıda, oralarda çalışabilirsiniz, büfelerde geceleri duran kişiler genelde sigortasız kişiler oluyormuş. Bir de seyyar olarak hediyelik satanlar var turistik yerlerde. Belki öyle bir şey olabilir.
      Ama kolay bir olay değil kanımca.

  14. #24 by Hazel on 29 Ocak 2015 - 11:50

    Merhabalar, blogunuza bayıldım gözlerimleriniz yorumlarınız harika bundan sonra her gideceğim ülkeyi öce sizin yazınız var mı diye bakacağım kesinlikle 🙂 Hollandada 6 ay gibi bir dönem yaşadım. Bir proje için gitmiştim. Yaşanılası bir şehir, çok huzurlu ve güvenli. Sadece İstanbuldan sonra baya sakin geliyor. En çok sevdiğim kısmı herşeyin serbest olmasına rağmen, gerçekten özgürlükler ülkesi lafını boşuna dememişler, bir o kadar güvenli bir şehir olması. O kadar kaldığım süre boyunca sokakta tek laf yediğim erkek “yavruya bak …” sözüyle bir Türktü. ve Türkiye Hollanda maçında Türklerin davranışlarını görünce resmen utanıyorsunuz. Elbette bakan duchlar oluyor ama hiç biri üzerine atlama çabası için de, seni sözlü taciz edecek davranışlarda bulunmuyor.
    Yemek konusunda yazdıklarınız çok doğru bana siz iki defa “dinner” yapıyorsunuz diyorlardı, öğle yemeklerimiz için. Üniversitede çalıştığım süre boyunca herkes ekmek arası sandviç getriyordu yanında, hatta son günümde beni öğlen restorana götürdüler, aa bu sefer yemek yiyeceğiz diye beklerken gittiğim yer sadece sandviç ve tost yapıyordu. Dışardan baktığında çok bir yer ama yiyebileceğin şey tost 🙂 Çok komik gelmişti açıkcası yemek yemeğe aşık biri olaraktan. Dünya mutfağından herşeyi bulmak mümkün ama kendi mutfakları olmadığından ben genelde evde kendim yapıyorum.

    Birde şu camlarda ki buğulanmayla ilgili bir şey yazıcam ( valla o günler aklıma geldi yazdıkça yazasım anılarımı anlatasım gördü çok kusura bakmayın bloğunuzuda işgal ediyorum ama)
    Açıkcası hiç dikkatimi çekmemiş bu durum ama kaldığım evde de hiç bir buğula hatırlamıyorum. Camlarından kaynaklı olsa gerek diye düşündüm ben, ama doğru cevap nedir bilemem.

    Son bir şey de Hollanda, Konya kadar bir ülke her şehri rahatça gezilebilir. Bir çok şehrini gezebildim bende her şehir farklı bir mimari taşıyor ve hikayesi farklı. Geenhort’u, Groningen’i, Leiden’ı, Uttrech’i…görmeden gelmeyin derim.

    Bol gezmeler 🙂

    • #25 by Kamil on 29 Ocak 2015 - 11:55

      Blogu işgal etmek mi? Olur mu hiç öyle şey 🙂
      Yorumlar geldikçe mutlu oluyorum.

      Teşekkür ederim güzel sözleriniz için öncelikle.

      Cam ve buğu olayı havanın nemi ile de ilgili olabilir bu durumda. Gerçi benim otel odam sanki buğuluydu? Bir daha gidersem kontrol edeceğim. Ama bu nem meselesini bir araştırayım.

      Diğer ülkeleri de okumanız dileği ile diyeyim ve size ilk olarak İsveç’i önereyim. Ya da Singapur 🙂

      Selamlar

  15. #26 by alfonso domaldo (@chavunt) on 29 Ocak 2015 - 18:27

    bu guzel yazi icin tebrikler. coffeshop`lar ile ilgili bir duzeltme yapmak isterim, satin alip evinize goturebilirsiniz, soylendigine gore satin alma limiti 5gr`dir, uzerinizde daha fazlasi yakalanirsa, satici muamelesi gorebilirsiniz. amsterdam icin cok etkin bir kontrol yok bildigim kadariyla, ancak fransa ve belcika sinirina yakin coffeeshoplar`in turistlere satmasi yasaklandi. bir tur kart sistemi getirdiler. bu degisiklikte, diger avrupa ulkelerinin sikayetleri etkili oldu, kisa bir yolcuktan sonra satin alip geri donmeler yuzunden.

    • #27 by Kamil on 29 Ocak 2015 - 18:30

      Merhaba,
      Coffeshop’lar ile ilgili haklı olabilirsiniz. Açıkçası bu dışarı çıkartamama konusunda oteldeki şehir rehberinde gördüğüm ve web den okuduklarıma dayanarak paylaşmıştım bu bilgiyi. Haklı olabilirsiniz.
      Bir daha gittiğimde deneyip gerçek durumu burada paylaşırım 🙂

  16. #28 by NazK. on 06 Mayıs 2015 - 21:28

    10 yıl Hollanda’da yaşamış biri olarak yazınızı keyifle okudum teşekkür ederim.Ben Hollandayı çok severim ikinci vatanım gibidir, küçük kasabaları daha güzeldir,huzur verici sakin ve düzenli mekanlar,bakımlı ormanlarda mis gibi toprak ve ağaç kokusu arasında güzelim yollarda yürüyüş yapmanın keyfi tarif edilemez, 2 senede bir kafamı dinlemek ve huzur bulmak için giderim.Ayrıca ne iş yaptığınızı bilmiyorum ancak çok şanslı olduğunuz belli 🙂 Selamlar

  17. #29 by TALHA ATEŞ on 22 Haziran 2015 - 17:25

    Çok güzel bir yazı dizisi daha….
    Sokak ortasındaki pisuvarları ben kesinlikle kullanamam…:)) Birde kırmızı ışık bölgelerini okurken buraları merak edip internetten araştırdım. Pek hoşuma gitmedi hatta midem karıştı biraz…:))

    Selamlar.

  18. #30 by Bora on 11 Kasım 2015 - 00:24

    Hollanda; nin baskenti Amsterdamdir. Hollanda’da ki uygulamaya gore meclis binasi 2e kamer ve 1e kamer Den haag da bulunmaktadir. Yani Baskent Amsterdama ama yonetim binasi Den Haag da bulunmaktadir.

    • #31 by Aysegul on 23 Aralık 2015 - 17:37

      Sinterklaas. Yazdiginiz sey noel babaya benziyor .ama biliyormuydunuz sinterklaas turkiye dogumlu bir yunan asili beya bulgar asilidir daha sonra ispanyaya göc etti ve okumak için hollandaya gelen var ise sakın turkce konusmayin uc kez ogretmen uyarisindan sonra hala turkce konusmaya devam ederseniz okuldan uzaklastirma cezasi alabilirsiniz bir arkadasin basina geldi

      • #32 by Kamil on 27 Aralık 2015 - 12:31

        Varlığından bile haberdar değildim kendisinin. 🙂

    • #33 by Ayaegul on 23 Aralık 2015 - 17:40

      Hollandaya okumak icin gelen var ise sakin okulda turkce konusmayin 3 kez uyaridan sonra hala dinlemediginiz taktirde okuldan uzaklastirma cezasi alinabiliniyor

  19. #34 by Lesothoperver on 21 Ocak 2016 - 18:45

    Dostum Guney Afrikanın Başkenti Lesotho Demişsin. Lesotho değildir o Lesotho olsa duramazsın.

    Güney Afrika Cumhuriyetinin başkenti Pretoria’dır. Lesotho ise komşu ülkesidir.
    Hayır, bilgelik taslamadan evvel Okuyup arastırılsa konular herşey daha güzel olacak da işte… Yavaş yavaş olacak o da bir gün.

    Coffe Shoplardan da belirli miktarda ürün almak yasal bir durum. Öyle penceresine bakıp bir iki google dan arastırıp yazı yazmak yerine oraları keşfedip yazsan okuyanların için de daha sağlıklı bir durum olur sanki.

    • #35 by Kamil on 21 Ocak 2016 - 18:59

      Offff. Acayip utandım. Pretoria kabul edilemez bir hata olmuş.
      Hatayı affettirmez ama bilmemekten olmadı bu. Şimdi sözlü sorsanız Pretoria derdim. Hollanda yazısından yıllar önce yazdığım Güney Afrika yazısında da Pretoria demiştim. Ama işte artık yazıyı bitirecem diye gecenin saat kaçında, kafama ne oldu ise Lesotho demişim.
      Dediğim gibi hata büyük, bahaneler affettirmez.
      Düzeltme için teşekkür ederim.

      Coffeeshop lar ile ilgili kısımı okuyarak yazdığımı ve deneyimlemediğimi yazıda belirttim diye hatırlıyorum. Ve hep miş mış diye yazmıştım. Şu an değişmiş olabilir mi bu kural? 2012’de kesin olarak dışarı çıkartamıyordunuz diye söyleniyordu.
      Bildiğiniz gibi Marihuana giderek yasallaşıyor. 2015’de ABD’de 4 eyalette kişisel kullanım serbest bırakılmıştı. 2016 başında 9 eyalet daha eklenecek diyorlardı. ABD bile serbest bırakıyorsa Hollanda’da da kurallarda esneme omuş olabilir.

      Düzeltmeler için tekrar teşekkürler.

  20. #36 by Aybuke on 21 Eylül 2016 - 12:51

    BA YIL DIM. Normalde bu tur bilgilendirme amacli sitelere yorum atmam ama gercekten amsterdam ancak bu kadar guzel anlatilabilirdi. Parantez acacagim tek nokta; eger ogrenciyseniz ve en az bir kere bilet kontrolcusu gorduyseniz otobuse binerken etrafi kolacan edip otobuse binebilirsiniz. Ama cokta zorlamayin derim😁

  21. #38 by Beliz on 30 Aralık 2016 - 13:25

    Dün geceden beri yazılarınızı okuyorum blogunuzu gerçekten inanılmaz beğendim. Sizin de dediğiniz gibi klasik gezi bloglarının anlayışlarından oldukça farklı olmuş, farklı bir çizginiz var. Özelikle Pakistan beni çok şaşırttı. Suudi Arabistan’dan beklentim yazdıklarınızla benzerdi zaten. Umarım daha fazla yazı paylaşırsınız, mutlu yıllar diliyorum.

    • #39 by Kamil on 30 Aralık 2016 - 15:04

      🙂 Çok teşekkür ederim. Blogdaki ülkeler bitince Facebook sayasındaki paylaşımlara da beklerim.

      Size de güzel bir yıl dilerim. 🙂

  22. #40 by Sarac on 14 Mart 2017 - 23:33

    Soluksuz okudum cok guzel anlatim.

  23. #41 by Aysun on 08 Nisan 2017 - 08:15

    Harika bir yaziydi. Tesekkurler. Bilgi aldim bayağı. Ultrechteyim 6 gündür ve cok cok guzel burasi da. Keske bizde de boyle olsa dedigim cok şey var. Basta insanlarin cevreye duyarliligi…saygisi.
    Peynirleri alip dönücez .☺

    • #42 by Kamil on 08 Nisan 2017 - 11:12

      🙂 Teşekkür ederim. Peynirleri pek benlik değildi. İtalyan peynirleri Hollanda peynirlerini döver. 🙂

  24. #43 by Çiğdem Şencan on 04 Ocak 2018 - 22:02

    👍😂 ilk kez bi gezi yazısı okurken çok eğlendim.Sanki birlikte gezmişiz gibi oldu.Resmen yaşadım. Harika anlatım için teşekkür ediyorum. Çok ilginç şeyler öğrendim. Yüreğinize sağlık.

Kamil için bir cevap yazın Cevabı iptal et